16 Kasım 2011 Çarşamba


Bedelli Askerlik Adaletsizliği ve Vatan

Bir kaç haftadır ve yoğunlukla bir kaç gündür, üzerinde hararetli tartışmalar yapılan mevzulardan biri de bedelli askerlik. Bir de vicdani ret bahsi var ki bu mevzuyla bağlantılı gözükse de esasen başka bir yazı konusu. Başlığa ilişkin olarak, önce bir anne sonra da az çok tarih ve uluslararası siyaset bilen bir vatandaş olarak söylemek istediğim sözler var. Üç gün önce, iktidara hayli yakın bir gazetenin (Star) birinci sayfasında gördüğüm ve içime dokunan bir manşetle başlamak istiyorum:  Başlıkta açıkça, bedelli askerlik parasının kredi kartına taksitlendirilerek de ödenebileceği belirtiliyordu. Mesele bütünüyle, paranın ödenme biçimine takılmak değil tabii ki; ancak takdir edilir ki şekil, tarz, aslın niteliğine atıfta bulunur ve esasen çok şey söyler. Demek istediğim, bu başlığın bu kadar rahatlıkla atılabiliyor olması, "vatan savunması"na karşı nasıl bir yabancılaşma yaşandığına delalet ediyor...

İnsanlığın Kabil'den bu yana kan akıttığı; insan, kabile, devlet bağlamlarında savaşın, barıştan çok daha kolaylıkla hüküm sürdüğü inkar edilemez bir gerçek. Bir devletin devlet olma hali savunmayı sağlamasıyla, dolayısıyla düzenli  ve güçlü bir orduya sahip olmasıyla doğru orantılı. II.Dünya Savaşı'nda yenilen Japonya'yı ordusuzlukla cezalandıran ABD, bunun çok büyük bir "bedel" olduğunun farkındaydı.

Diğer yandan, her milletin büyük ölçüde dini, siyasi, coğrafi ve iktisadi şartların biçimlendirdiği kendine özgü bir savunma tarihi mevcuttur.  Örneğin Huberman'ın feodal Avrupa'yı özetlediği "dua edenler, savaşanlar ve çalışanlar" sistemi,  savunma işini lordlar ve hizmetlerindeki şövalyelere veriyordu. Osmanlı'nın meşhur "adalet dairesi" devletin bekası çerçevesinde savunmaya büyük önem atfeterek, hükümdar, asker ve reayayı (halkı) sıkı bir zincirle birbirine bağlamıştı. Toprağa dayalı bu ve benzer sistemler, modern zamanlarla birlikte ortadan kalkmaya mahkum olunca, devletler yeni savunma düzenlemelerine gittiler ve profesyonel ordular ihdas edilerek bunu desteklemek üzere bazılarında zorunlu askerlik kurumunu oluşturdular. Günümüz büyük dünya devletlerinin 38'inden 18'inde  -çoğunda devlet göreviyle karşılanabilme seçeneği de mevcut olmak kaydıyla- 6 aydan 36 aya değişen zorunlu askerlik icra ediliyor.*  Bu ülkeleri belli niteliklere göre gruplayabilmek çok kolay gözükmüyor. Örneğin Almanya'da var ancak Fransa'da yok; Rusya ve Çin'de var ama ABD'de yok.

Şüphesiz ki devletlerin tehdit algılamaları ve mevcut savunma sistemleri, donanımları birbirinden farklı: bunu bir taraftan ülkenin tarihi, coğrafyası, kültürü; diğer taraftan uluslararası stratejik ve konjonktürel konumu; ve tabiidir ki tamamen kendine özgü, siyasi tehdit ya da terör sorunları belirleyebiliyor. İzlanda ya da Avustralya devletinin tehdit algılamasıyla Türkiye ya da İsrail'inki aynı olamaz değil mi?  Devletlerin tehdit algılamalarının niteliğ; savunma politikaları, sistemleri ve araçlarını; dolayısıyla profesyonel orduları yanında yer alacak zorunlu askerliğin niteliğini de belirliyor olmalı. Her bir devletin herşeyin üzerinde çok varoluşsal olarak esas aldığı, ülkenin savunması ve güvenliğini sağlamaktır.

Peki, bedelli askerliği tüm bu resmin neresine yerleştirebiliriz? Bildiğim kadarıyla dünyanın başka bir ülkesinde daha uygulanmayan askerlik hizmetinin parayla satın alınması faaliyetinin Anadolu topraklarındaki kökeni, 1826'da Yeniçeri Ocağı'nın lağvına uzanıyor. Askerlik bedeli, kurulan ilk düzenli orduya destek olmak üzere ihdas edilen zorunlu askerlik beraberinde ortaya çıktı. Bilindiği gibi gayrı-müslimler Tanzimat sonrasındaki düzenlemelere kadar askerlikten muaflardı; ancak bunun bedelini de ödemek zorundalardı.

Cumhuriyet sonrasında, 1927 tarihli Askerlik Kanunu çıkartılıyor. Sonraki onyıllarda karşımıza çıkan yeni bir uygulama, yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının askerliklerini döviz karşılığında çok kısa bir sürede (galiba bir ay kadar) yalnızca temel eğitim alarak yapabilmeleri. yani dövizle askerliği satınalabilme kolaylığı. Kanunla sabitlenen döviz karşılığı askerlik  üç yıl dışarda çalışmak şartıyla halen devam etmekte.

Bedelli askerlik ise bambaşka bir başlık. Esasen böyle bir uygulama 1987'ye kadar görülmemiş. 1987'de mevcut hükumet gördüğü "lüzum" üzerine ilk kez Askerlik Kanunu'na eklemiş ve kanunlaştırılmış.**  Yurt içinde belli bir yaşı aşmış (25'ten itibaren) "paralı" insanlara 1987, 1992 ve 1999'da olmak üzere 3 kere bedelli askerlik "haksızlığı" tanınmış. İlk uygulama kuşkusuz önemli; 1987'deki ekonomik durumu inceleyemedim ama yoğun özelleştirmeler yapan ANAP'ın son iktidar yılı olduğunu biliyorum. Kuvvetle muhtemeldir ki her üç uygulama bugün de olduğu gibi iktidarların "ekonomik yamalar" edinme arayışına girdikleri dönemlere tekabül etmektedir. Galiba böyle dönemler rahmetli Özal'ın "anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz dediği" türden, yönetenlerin derinliksiz, refleksimsi kararlara imza attıkları dönemlerdendi. Değilse, Anayasada “Vatan hizmeti, her Türk’ün hakkı ve ödevidir." biçiminde yer alan askerlik görevi ya da bu göreve karşılık gelecek kamu hizmetinden, nasıl olur da eşitliksiz bir biçimde parası olanlar muaf tutulabilirdi? 

Türkiye Cumhuriyeti'nin AKP Hükümeti, 2012 arefesinde yeni bir derinliksiz, refleksimsi ve de adaletsiz bedelli askerlik kararını daha tarih sayfaları arasına eklemeye hazırlanıyor. Peki, mevcut zorunlu askerlik uygulaması çok mu adaletli ve de elzem? Elbette ki değil! Bana sorarsanız savaşı ve savaşmayı reddetmeyen her erkek mümkün olan en kısa zaman zarfında temel askerlik eğitimini almalı. Önemle altını çiziyorum, bu eğitimi savaş ya da terör -ne derseniz- alanlarında canıyla kanıyla değil, suhulet içerisinde almalıdır. Çatışma alanları profesyonel işi askerlik olanların bulundukları yerler olmalı.

Nihayet, ben bu bedelli askerlik işini çocuklarıma izah edememe acısına karşılık, bedelli askerlikten edinilmesi düşünülen milyon dolarlardan payıma düşeni devlete ödeme bedelini tercih ederim. Çünkü Gılgamış'tan bu yana uğruna canlar verilen vatan, çoğu insanca yanlış bilindiği gibi, Fransız Devrimi'yle farkına varılan bir kavram değil. Gılgamış'ın Babil'inde vatan'a ne diyorlardı bilmiyorum ama bildiğim, vatan Arapça bir kelime ve ikibin yıldan önceki şiirlerde ve erken dönem Arap-İslam alimlerinin çok önemli ilmi eserlerinde dahi vatan, vatan aşkı, vatan özlemi gibi kavramlar, üzerine sıkı bahislerin açılmış olduğu mühim meselelerdi. İnsanoğlu toprak üzerinde yaşamaya devam ettikçe vatan kavramı kutsallığını kendiliğinden devam ettirecektir... Diyeceğim, askerlik hizmetinin kredi kartına taksitle ya da peşin parayla devletten satın alındığı bir coğrafyaya vatan denilemez!

Emine Sonnur Özcan

* http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/rapor/Rapor_24_Zorunlu%20askerlik%20ve%20profesyonel%20ordu_sAkyurek.pdf

** http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/437.html

Hiç yorum yok: