29 Kasım 2011 Salı

Tarih ile Yüzleşmek ya da Yüzleşememek

Zaman kanatlarına aldığı koca bir yılı daha tarihin sırtına yüklemek üzere... Ülke olarak bir heves, tarihin sırtındaki acılardan bir kısmını çekip çıkartıp onunla yüzleşerek, etkilediği insanları rahatlatmaya soyunduğumuz günleri yaşıyoruz. Peki, tarihin sırtına dizi dizi sıralanmış acıların arasından gözümüze kestirdiklerimizi, üzerindekilerin düzenini bozmadan çekip çıkartmak mümkün müdür? Diyelim ki mümkün... Ya da diğerlerinin de arkasından gelecek olması kaçınılan bir durum değil... O halde şu soru iki sorulmalı: Acılarla yüzleşme her türlü iklimde sağlıklı bir şekilde yapılabilir mi? Sağlıksız şartlarda yapılan biz yüzleşmeden sağlıklı sonuçlar doğabilir mi? Kanaatimce hayır ve hayır. Bugünü bir pencere yapıp, buradan geçmişe baktığımızda ciddi görme bozuklukları yaşayacağımız düşünülebilir. Neden mi? Durduğumuz yer görme biçimimizi belirler de ondan. Örneğin, benim durduğum yerden geriye ve bugüne bakılıdığında şunlar görünüyor:

Bin yıldır mekan edindiğimiz Anadolu topraklarında yaşanılan son yüz yılda insanlar, önceki asırlara taş çıkartacak özellikte adaletsizlikler ve acılara muhatap olmuşlar.

Yüzyılın ilk çeyreğinde devlet kurucuları, dünyadaki moda akımların en doğrusu olduğuna başlarını koyarak, yaratmaya çalıştıkları yurttaş prototipini hem ceddinden hem de dininden çekip kopartmış; canını acıtmış, kanını akıtmışlar...

Buna rağmen, köklerden beslenmenin devam ettiği; dolayısıyla sağlıklı değerlendirmelerin yapılabildiği ilk yıllarda girişilen demokratik çabalar, çok büyük bedellerle; kan akıtılarak, sürgünlerle, küskünlüklerle engellenmiş...

Sonraki on yıllarda çekilen onca acıya yenileri eklenerek beslenmiş, büyütülmüş ve acı sahipleri, ikinci çeyreğin sonlarına doğru, kendilerine açılan ilk kucağa akıvermişler...

Yeni muktedirler, halka göz kırpıp onların acılarıyla eskiye karşı yeni düşmanlıkların üretilmesinde bir beis görmemişler...

Bu kez eski muktedirler, yenilerini alt etmek için ellerinden geleni yapmaya başlamışlar. Ve nihayet her türlü gücü devşirerek,  iktidarın aktörlerini teker teker acımasızca asmışlar...

Arkasından geçen iki çeyrek asırda bu kanlı itiş-kakış hiç bitmemiş; askeri darbeler birbiribi izlemiş; hatta dış katkıların da etkisiyle illegal örgütler oluşturulup mevcut muarızlar  arasındaki mücadale daha da şiddetlendirilmiş...

Enstrümanlar hiç değişmiyormuş: din, milliyetçilik, para ve iktidar... Kardeş kardeşe, mezhep mezhebe kırdırılmış...

Ortalığın teröre verimli halinden nemalanmak isteyen birileri, doğu ve güneydoğudaki halkları sözde özgürlük ve milliyetçilik havucuyla kendine çekip memleketin her yanından gencecik bedenlerinin katledilmesine başlamış...

Devletin ve iktidarların teröre karşı, kör göze parmak misali verdiği mücadeleler; kanı durdurmak bir yana, devlet içinde yeni yeni illegal birimlerin peydahlanmasına sebep olmuş. Her gelen iktidar, muktedirliğini devam ettirebilmek uğruna bu kanlı tezgaha öyle ya da böyle omuz vermiş.

Hem terör hem de mevcut ekonomik kararlar sonucunda köyler boşaltılmış; ve hala boşaltılıyor. Tarımı ve hayvancılığı destekleyen devlet kurumları tek tek satılıp özelleştirilmiş; özelleştiriliyor...

Tüm bu haksız ve acımasız adımların sonucunda bugün, köyünü yurdunu terk etmiş insanların tamamına yakını aç, evsiz, işsiz ve mutsuz milyonlarca canlar olarak, şehirlerin varoşlarında karın tokluğuna umutsuz bir yaşam mücadelesi veriyorlar...

Günümüzden yaklaşık on-onbeş yıl öncesine kadar onbinlerce masum insan faili meçhul bir şekilde katledildiğini, son on yılda da  bu cinayetlerin aralıklı olarak işlendiğini biliyoruz...

Ve biliyoruz ki devletin kendisi kan kaybederken, doğal olarak, adaleti, sosyo-ekonomisi, savunması, eğitim sistemi, ahlak anlayışı... kısacası, devleti devlet, milleti millet ve insanı insan yapan nice kıymeti de inceden inceye eriyor...

Olan bitene karşı sesini yükseltmesi beklenilen memleketin ana muhalefet partisi, doksan sene öncesinin taze cumhuriyetinin, sorgusuz-sualsiz kurulmuş tek siyasi partisi. O günden bugüne kendi içinde dahi kayda değer bir demokratikleşme sağladığı söylenemez.

Halen memleketi yöneten "muhafazakar demokrat"  siyasi parti ise, önceki iktidar partilerinde olduğu gibi, yukarıdaki tabloya karşı halkın verdiği refleksler sonucunda iktidara gelen bir parti.

İktidar partisi, öncekilerden farklı olarak, dini kurallara göre yaşayan insanları öcü gibi gösteren kibirli cumhuriyetçilerin dünya ve gelecek tasavvurlarının şizofrenik olduğunu ilan etmeyi başardı...

Ancak paradoksal bir biçimde, onlar da içine düştükleri iktidar çayırının nimetlerine dalıp, kendilerine, en az aynı ölçüde şizofrenik yeni bir dünya tasavvuru yarattılar. Bu dünyada karar vericilerin yanlışlarını eleştirmek yok, biat var; gelir adaleti yok, sermayenin belli ellerde toplanmasına rıza göstermek var ve belki en korkuncu, bu dünyada tüm haksızlıklar, tevil edilen bir dini anlayışla gün be gün meşrulaştırılmakta... Bir başka ifadeyle yaşadığımız son yıllarda, çoğumuzun varlığını anlamlandıran İslam inancı, sermayenin iktidarı yolunda adeta ciddi bir "protestan reformu" yaşıyor...

Böylesine önemli işlerin (!) gölgesinde, geçmişte devlet içinde peydahlanmış kontragerillanın şüphelileri, tutuklu oldukları halde senelerdir yargılanmayı bekliyorlar...

Dolayısıyla, yepyeni, pırıl pırıl bir seneyi kucaklamaya hazırlandığımız günler, esasında bir acayip günler!..

Örneğin otuz bin kişinin can verdiği, otuz yıldır kan akıtan kardeş-kardeşe terör, dehşet saçmaya devam ediyor...  Sürdürülen temelsiz mücadeleler, aklı başında bir tutuma, köklü ve adaletli bir  siyasete bir türlü dönüşemezken, fakir olan asker olup; zengin olan bedel veriyor!...

Örneğin,  yargıçlar, küçük bir çocuğa tecavüzden yargılanan yirmi üç kişinin olabildiğince az ceza alması için canla başla çabalıyor!

Örneğin, dört öğrencisine tecavüzden yıllardır aranan okul müdürünün kaçak olduğu sürede bir Kuran kursunda saklanabildiği; üstelik de orada ders de verebildiği ortaya çıkıyor!

Örneğin, Allah'ın ve Peygamber'in adını kullanarak cennet vaadeden üçkağıtçı mütahitlerin yalan evleri, peynir-ekmek gibi alıcı buluyor!

Örneğin, iktidar ve muhalefet el ele verip sözde "adalet getiriyoruz!" diye yasalaştırdıkları kanunlardan, bir kaç ay içerisinde çark edilip, şike yapmayı meşrulaştırıyorlar...

Bu acayiplikler ve çarpıklıklar karşısında, garip bir şekilde adı "adalet" olan on yıllık iktidar, "temiz ve adaletli devlet" sözünü yerine getirecek diye beklenirken, kendisine duyulan güven, yaşanan binbir türden hukuksuzlukla her geçen gün yerini umutsuzluğa bırakıyor...

İşte bunlar, benim, durduğum noktadan tarihe ve bugüne baktığımda bana görünen resmin kısaca anlattıkları. Eminim ki milyonlar bu resme kısmen ya da tamamen itiraz edecek ve "biz bunları görmüyoruz, kardeşim!" diyecekler. Demeleri de çok normal; çünkü 8.7 milyon çeşit canlı türü içerisinde insanı biricik yapan onun geçmişten ve biyolojisinden bugüne taşıdığı bakış özgünlüğü olmalı.

Pekala, farklı görüş biçimlerimize; farklı bugün ve geçmiş değerlendirmelerimize rağmen tarihteki acılarla yüzleşmemiz mümkün müdür? Elbette ki mümkündür; ancak ortak insani değerleri inşa edebileceğimiz sağlıklı bir bugünün sağladığı atmosferin içerisinde. Benim gördüğüm yakın geçmiş ve bugün resminde bırakın böyle bir tartışma atmosferini, onca adaletsizliğin gölgesinde, gönül rahatlığıyla, huzur içerisinde nefes alıp-verebilecek bir zemin dahi yok. O halde zannımca, sağlıksız ve umutsuz bir atmosfer içerisinde, yaklaşık yüz yıl öncesine dönüp tarihteki acılarla yüzleşmeye kalkışmanın, ancak ve ancak yeni acılara vesile olabileceğinden emin olabilirim. Muhakemede bulunacak bizler, algımızı etkileyen onca sakatlıklara rağmen, geçmişe ilişkin hakkaniyetli kararlara varabileceğimizi nasıl iddia edilebiliriz ki? Demokratik temellerde inşa edilmiş bir anayasa; güvenirliğini kanıtlamış bir yargı;  sosyal adaleti gözeten bir devlete sahip olmayan toplumlarda tarihle hesaplaşma niyeti, başta samimi olsa dahi, her an renk değiştirip kin, nefret, hatta şiddete dönüşebilir.

Nihayet, sağlıklı bir yüzleşme için, öncelikle günü ilgilendiren, her gün içimize içimize işleyen, burnumuzun dibindeki acıların iyileştirilmesi; adaletsizliklerin ortadan kaldırılmasından başlanmalıdır. Tarih gibi üzerinde söz söylerken bin düşünüp bir söylenmesi gereken, doğası itibarıyla kutsallaştırmaya ve ideolojikleşmeye son derece meyilli bir alanda sağlıklı değerlendirmeler yapabilme ihtimali, ancak sağlıklı iklimlerde olabilir. Aksi taktirde tarih, günün ve geçmişin adaletsizliklerine karşı duyulan öfkeyle içi yananların nefretle üstüne saldırdıkları kirli bir hesaplaşma alanına dönüşecektir.


.

Hiç yorum yok: