21 Haziran 2012 Perşembe

Azalan Nüfus ve Çocukların Yoksulluğu



Sokakları çocuk cıvıltılarının doldurduğu günler her geçen yıl biraz daha geride kalıyor. Oğlumla ben, hafta sonları el ele verip oturduğumuz -görece büyük- sitedeki sokakları dolaşıyor, ona arkadaş arıyoruz. Ne yazık ki şimdilik sadece bir arkadaş bulabildik!

Nereden nereye!… Bizim çocukluğumuzda yaşadığımız kasabanın her sitesi, her sokağında en az onbeş-yirmi çocuk sabahın erken saatlerinden itibaren oyun oynamak üzere dışarıda hazır beklerdi. Bununla birlikte, yaz tatili gelip de okullar kapanınca, çocukların yarısından fazlası köylerine gider, yaz boyunca köydeki işlere yardım eder ve okullar açılınca tekrar kasabaya dönerlerdi. 

Yaz-kış köyde yaşayan ailelerin çocuk sayısı ise şehirlerdekini en az ikiye katlar durumdaydı.  Bu hâl tipik bir indirgemecilikle, köydekilerin “saldım çayıra mevlâm kayıra” hesabı, doğum kontrolünden bihaber olmalarıyla açıklanmamalı. Benim kanaatime göre en temel etken, kır hayatının; tarım ve hayvancılığın niteliği gereği çok çocuklu aileye ihtiyaç duymasıdır. Nitekim, 80’li yılların ikinci yarısından itibaren serbest piyasacılığın daha bir ön plana alınıp, KİT’lerin özelleştirilmeye başlanmasıyla, tarım ve hayvancılıkla sağlanan geçim, neredeyse tüm çekiciliğini yitirmiş oldu. Köyler boşalmaya ve köy okulları bir bir kapanmaya başladı. Dolayısıyla aileler, şehir hayatının kısıtları içerisinde ciddi şekilde aile planlamasına yönelmek zorunda kaldılar. 

2011 nüfus sayımı rakamlarıyla, Türkiye’nin kırsalında yaşayan nüfus, toplam nüfusun % 23,2’si kadardır. Buna karşın  tek başına İstanbul’un barındırdığı nüfus ise %18,2'dir. Şehirlere savrulmuş ailelerin birden, ikiden fazla çocuk sahibi olmaları neredeyse imkânsız gibidir. Hiçbir şeyin doğrudan üretilmediği sürekli tüketime endeksli şehir hayatında, düşük ve orta gelirli bir aile için birden-ikiden fazla çocuk sahibi olmanın karşılığı son derece bunaltıcı, depresif bir hayat olmalıdır. Tabii ki mevcut koşullarda…

Evvela, köyden şehre gelip de annenin babayla beraber çalışmaması gibi bir seçenek, neredeyse imkânsızdır… Ev kirası, yamek-içmek, çocukların okul masrafları vs. vs… Anne hiçbir şey yapamıyorsa gündelikçilik, merdiven temizliği gibi işlerle evin geçimine katkıda bulunuyordur. Annenin daha nitelikli işlerde çalıştığını düşünsek bile, mevcut çalışma şartları –kamuda ve özelde– çocuk doğurmayı değil; doğurmamayı özendirmektedir. İşyerlerinin yarı-zamanlı çalışma seçeneği, kreşleri; kreş yardımları bulunmamaktadır. Büyük şehirlerde ortalama kreş ücretleri asgari ücreti bir hayli aşmış durumdadır. Dahası pek çok iş kolu için, annenin, çocuğu hastalanınca onu doktora götürme hakkı dahi yasal olarak tanınmamıştır. Bu şartlarda elbette ki aileler birden-ikiden fazla çocuk yapamayacak ve dolayısıyla nüfus gittikçe azalacaktır. Nüfusun azalması ise iki kelimeyle, hayatın azalmasıdır.

Yukarıda birkaç cümleyle ortaya koymaya çalıştığımız Türkiye’nin tarım/üretim toplumundan, sanayi/tüketim toplumuna geçiş sürecinin doğurganlığa yansıması, aşağıdaki grafikte farklı ülkelerle karşılaştırmalı olarak gözlenebilir. 


Yıllar itibarıyla her kadına düşen çocuk sayısı (kaynak OECD)



 



Sanayileşmesini tamamlamış üç ülkenin düşük ancak neredeyse stabil doğurganlık oranlarına karşın, gelişmekte olan iki ülkenin (Türkiye ve Meksika) otuz sene içinde hızla savrulduğu nokta son derece dramatik durmaktadır.

Son olarak şunu da kaydetmek gerekmektedir. Türkiye ve Meksika gibi sanayileşme ve tüketim toplumu olma yolunda, doğurganlık oranlarını hızla düşüren ülkeler, çocuk yoksulluğunu engellemeyi başaramamıştır. Çocuk yoksulluğuyla kastedilen bir çocuğun bulunduğu ülke koşullarında gıda, sağlık, eğitim, güvenli yaşam  gibi temel gereksinimlerinin karşılanamıyor olmasıdır.

2000’li yılların sonu itibarıyla çocuk yoksulluğu oranları (kaynak OECD)

Türkiye
% 23,46
Meksika
% 25,79
ABD
% 21,63
Almanya
% 8,28
Norveç
% 5,48




Demek ki doğurganlık azaldıkça çocuk yoksulluğunun da azaldığını iddia eden teori, genel-geçer bir teori değildir.  Türkiye, doğurganlık oranını hızla düşürmesine rağmen, şehirleşme ve sanayileşmesini daha insan odaklı yapan Avrupa ülkelerine göre çocuk yoksulluğunda açık ara kötü durumdadır. Dahası, bir ülkenin dünya ekonomi devi olması onun çocuk yoksulluğunda iyi durumda olduğuna işaret etmeyebilir. Nitekim, ABD’de hüküm süren gelir adaletsizliği, onu Türkiye ve Meksika’nın çocuk yoksulluğu oranlarına yaklaştırmıştır.

Hiç yorum yok: